Alişan Yılmaz’dan hararetli bir polisiye daha…
Ankara’nın ortasında ölü bir genç kadın, kanlar içinde yatıyor. Huzursuz bir uykunun ortasında gibi. Soğuk ve karlı bir hafta. Bütün şehir beyaza bürünmüş ama bu beyazı lekeleyen bir kızıllık var. Kim ne ister ki gencecik bir kadından? Birilerinin ayağına bastı desen…
Ankara sokaklarına, Kızılay’a, Bahçeli’ye, Ulus’a kadar uzanan bir sarmaşık. Solcu gençlerin duvarlara yapıştırdığı afişlerden, ülkücü öğrencilerin ettiği köklü yeminlere, işporta tezgâhlarına, öğrenci evlerine, karlar içinde kalmış ıssız parklara, bilcümle kamu binalarına kadar karış karış gezen şatafatlı bir kovalamaca.
Ankara'nın, tam bir Ankara portresi niteliğindeki eski Başkomiser Kadir Çerkez'le bir alıp veremediği vardı. Bir üçgene sıkışan ve sıkıştığı üçgendeki farklılıklar nedeniyle ne hayata, ne insana ne de geleceğe güveni olmayan yitip gitmiş biri. Ulus'un loş ve hüznünden emin pavyonlarında, Bahçeli'nin kendinden bile bağımsız hayatında ve insanında, Kızılay ve Tunalı'nın kültür kargaşasının tamamında yer bulmaya çalışan ama başarılı olamayan bir adam. Şimdi karşısında, bedeninden çok zihnini yaralayan genç bir kadın cesediyle, vicdanını ve mantığını savaştırmaya hazırlanıyor.
‘‘Karın son kalıntıları da kirli bir ayaz bırakarak çekilmişti sokaklardan. Ne takılıp düşenler ne de kaldırımlardaki buzdan kütlelere basıp kayanlar yoktu artık. Bahar da gelmemişti, kış bütün heybetiyle duruyordu ortalıkta, ama mevsimin kötülüğünü saklayan beyaz yok olunca her şey daha çirkin görünmeye başlamıştı. Karanlık, çamurlu ve ıslak bir Ankara kalmıştı. Dehşetli bir soğuk vardı, sokaklar caddeler ortasından kırılıp parçalanacaktı sanki. Hayat donmuştu, bir fotoğraf gibiydi.’’
Yorum / Soru ekleyebilmek için üye olmanız gerekmektedir.